En İyi Sorular
Zaman Çizelgesi
Sohbet
Bakış Açıları
Bahâîlik
tek tanrı inancına dayalı bir din Vikipedi'den, özgür ansiklopediden
Remove ads
Bahâîlik (Farsça: بهائی), bütün insanlığın ruhanî birliğini vurgulayan tek tanrılı bir dindir.[1] Üç ana prensip Bahâî öğretileri ve itikadı için bir temel oluşturur: Tanrı birliği, yani tüm yaratılışın kaynağı olan tek bir tanrı vardır, din birliği, yani tüm ilahi dinler aynı ruhanî kaynağa sahiptirler, aynı Tanrı'dan gelirler ve insanlığın birliği, yani bütün insanlar eşit yaratılmıştır, çeşitlilik içinde birlik ile bir araya getirilmiştir; ırkların ve kültürlerin bu çeşitliliği takdire ve kabule değer görülmelidir.[2] Bahâî inancının öğretilerine göre insanın amacı dua, tefekkür ve insanlığa hizmet yoluyla Allah'ı tanımayı ve sevmeyi öğrenmektir.

Bahâîlik, 19. yüzyılda Bahâullah tarafından İran'da ortaya çıkmıştır. Bahâullah, Bâbîlik hareketiyle olan ilişkisi sebebiyle hapsedilmiş ve İran'dan Osmanlı İmparatorluğu'na sürgün edilmiştir. Öldüğü zaman kırk yıldan fazla bir süredir resmî olarak hâlâ ev hapsinde idi. Din, oğlu Abdülbaha'nın önderliğinde Avrupa'da ve Amerika'da ilerleme kaydetti, fakat doğduğu yerde, o zamanın İran'ında hâlen yoğun bir zulme maruzdu.[3] Abdülbaha'nın ölümünden sonra ise Bahâî toplumunun liderliği Şevki Efendi ve seçilmiş yapılar hem de atanmış kişilerden oluşan bir idarî düzene evrilerek yeni bir safhaya girdi.[4] Bugün dünyada 200'den fazla ülkede 5 milyonun üzerinde Bahai olduğu tahmin edilmektedir.[2]
Bahâî öğretisine göre din tarihi, her biri zamanın ihtiyaçlarına ve insanların kapasitesine uygun bir din kuran ilahî elçiler dizisi sayesinde ortaya çıkmış olarak görülmektedir. Kutsal Bahâî ayetleri özellikle Musa, İsa ve Muhammed gibi İbrahimî şahsiyetlerden bahseder ve ayrıca diğer Bahâî yazını Krişna, Buda ve başkaları gibi Dharma dinlerindeki şahsiyetlerden de söz eder. Bahâîler için en son gelen elçiler Bâb ve Bahâullah'tır; fakat gelecekte, geleceğin ihtiyaçlarına ve insan kapasitesine göre yeni elçiler gönderilecektir. Bahâî inancına göre art arda gelen her peygamber, sonra gelecek peygamberin haberini vermiş ve Bahâullah'ın hayatı ve öğretileri önceki kutsal kitapların kıyamet (zamanın sonu) vaatlerini yerine getirmiştir. İnsanlığın kolektif bir evrim sürecinde olduğu anlayışı vardır ve şimdiki zamanın ihtiyacı barışın, adaletin ve birliğin küresel boyutta aşama aşama kurulmasıdır.[5]
Remove ads
Kelime kökeni
Bahâî kelimesinin Türkçedeki kullanımı “Ehl-i-Baha yanlısı kimse Baha'nın takipçileri”[6] şeklindedir. Türk Dil Kurumu, Bahâîliği “XIX. yüzyılda Bâbilikten doğup İran'dan başka Avrupa ve Amerika'da da yayılmış olan bir din” olarak tanımlar. Bu kelime Arapçada “görkem” ve “nur” gibi anlamları bulunan Bahâ (بهاء) sözcüğünden türemiştir.
Tanım
Özetle
Bakış açısı
Bahailik görece yeni bir dindir; tüm ilahi dinlerin özlerinde bir ve insanlığın tek olduğunu öğretir. Bahailik, tüm ırkları ve tüm insanları evrensel bir amaçta ve ortak bir inançta birleştirmek isteyen evrensel bir dindir.[7] Dinin, Bahailer olarak bilinen yaklaşık 5 ila 8 milyon inananı vardır ve dünyanın pek çok ülke ve bölgesine yayılmışlardır.[8][9] Bahailer kâinatta var olan her şeyi yaratan Allah'ın tekliğine inanır; Bab ve Bahaullah'ı bu çağın İlahi Mazharları olarak kabul eder; Abdülbaha'nın, Şevki Efendi'nin ve Yüce Adalet Evi'nin yetkisini tanır; itaat etmeleri gereken ilahi kaynaklı yasaların ve öğretilerin varlığını kabul edip bunları hayatlarında uygulamaya çaba gösterirler. Bahai Dininde dinî vecibeleri yerine getirme ve ruhani anlayışını geliştirme sorumluluğu, bireyin kendisine emanet edilmiş bir görev olarak görülür. İnsanların bir araya gelerek kutsal yazıları incelemesi ve fikir alışverişinde bulunması teşvik edilmekle beraber bir insana dinî konularda nasıl davranması gerektiğini empoze etme hakkı hiç kimseye verilmemiştir; yani ruhban sınıfı kaldırılmıştır. Bununla beraber toplumsal yaşama dair konularda yetki sahibi olan ve üyeleri seçim yoluyla belirlenen mahalli, milli ve uluslararası kurumları vardır. Bu kurumlarda görev yapan kişilerin toplumda herhangi özel bir konumu ya da ayrıcalığı bulunmaz. Sadece Bahailere değil, tüm insanlığa hizmet etmekle görevli olan bu kurumlar, kararlarını Bahai yazıları çerçevesinde yürütülen meşveret prensibini uygulayarak alırlar. Bahai Dininin esasını oluşturan tüm anlayış ve öğretiler bahsi geçen merkezî şahsiyetlerin ve günümüzde de Yüce Adalet Evi kurumunun yazılarına dayanmaktadır.[10]
Tanrı elçileri olarak adlandırılan şahsiyetlerin ortaya çıktığı ve dinlerin kurulduğu dönemleri tarif ederken, hepsinin ortak özelliklere sahip olduğu gibi her birindeki hakim sosyal düzende de birçok ortak yön bulunduğunu ifade eden Bahai yazıları[11] bunlardan bazılarını temel toplumsal kurumların parçalanması, ahlaki normların terk edilmesi, akıl ve vicdanın bir yana bırakılması, insanları zayıflatan düşüncelerin yaygınlaşması ve insanlığı pençesine alan derin umutsuzluğun giderek artması şeklinde görmektedir. Bu bağlamda dinin doğduğu tarihte dünyanın ve özellikle İran'ın koşulları bu tarife uymaktadır. Kimi yorumlamalar Bahâîliğin ortaya çıkışında İran toplumunun içinde bulunduğu sosyal ve kültürel şartların önemli bir yeri olduğu görüşündedir.[12] 19. yüzyılın başları pek çok farklı toplumda bir kurtarıcının beklendiği bir dönemdir. Bu bekleyiş özellikle İran'da önemli bir yere sahiptir ve 1844 yılında Babi inancının ortaya çıkmasıyla belirgin bir şekil almıştır; Bahaullah ise kendini doğrudan tüm dinlerin haber verdiği ve Bab'ın gelişini müjdelediği mev'ud olarak ilan etmiştir. Bu döneme eşlik eden İran'daki koşulları anlatan kayıtlar genellikle idarenin son derece baskıcı bir yönetim anlayışı içinde olduğu, kitlelerin ekonomik olarak giderek ezildiği,[12] iç ve dış karışıklıkların çözülemediği, halkın rahatsız olduğu, hükûmetin tam bir otorite kuramadığı, ulemânın halk üzerinde etkisinin arttığı yönündedir.[13] Her ne kadar bu sebepler doğrultusunda bu inancın kendisine taraftar bulmakta zorlanmadığı ve renkleri, ırkları ve dinleri ne olursa olsun bütün insanların bir olduğu iddiasıyla ortaya çıkmakla dikkatleri üzerine toplamasının normal sayılabileceği[13] şeklinde yorumlar olsa da bu inanca mensup olanlar en erken tarihlerinden itibaren idari ve dinî yönetim tarafından zulme uğratılmıştır; inananları saldırılara, halka açık infazlara ve işkencelere tabi tutulmuş, Bab'ın kendisi 1846'dan 1850'ye kadar hapsedilmiş ve ardından halka açık bir şekilde idam edilmiş ve 20.000'den fazla Babinin öldüğü kapsamlı bir kıyım yaşanmıştır.[14] Bu baskılar Bahaullah'ın hapis ve sürgünlüğünü içeren, inananlarının benzer bir kaderle karşılaştığı ve etkisini günümüze dek gösteren Bahai döneminde de devam etmiş ancak inanç kesintisiz olarak varlığını sürdürmüş ve mümin kazanmaya devam etmiştir.
Doğduğu ülkeye coğrafi yakınlığı nedeniyle Bahai öğretilerinin ulaştığı ilk yerlerin başında Osmanlı İmparatorluğu gelmektedir. Osmanlı toprakları Bahai Dininin özellikle ilk yetmiş yıllık döneminde yaşanan en önemli olaylara sahne olmuştur. Bahai Dininin Türkiye ile olan bağı günümüzde de Türkiye Bahai Toplumu ile varlığını sürdürmektedir.[10] İlahi dinlere atıfta bulunurken onları Tanrı Emri veya kısaca Emir olarak ifade etmek Türkçe Bahai literatüründe yaygın bir kullanımdır. Dinin ilk yıllarından itibaren Bahai kutsal yazıları Arapça ve Farsça asıllarından ve onaylı İngilizce tercümelerinden Türkçeye çevrilegelmiştir.
İki asra yaklaşan tarihi, zengin literatürü ve kendisine özgü birçok özelliği olan Bahai Dini tek bir Allah'ın var olduğu, O'ndan başka tapılacak hiçbir İlah olmadığı temel esası üzerine inşa edilmiştir.[15] Kâinatta var olan her şeyin yaratıcısı ve koruyucusu olan o yüceler yücesi Yaradan, Türkçe Bahai yazılarında Allah, Tanrı, Hüda gibi isimlerle anılır. Bahailer esas itibarıyla Allah'ın dininin de tek olduğuna ve ilerleyerek devam ettiğine inanırlar. Buna göre, Bahai literatüründe Tanrı Mazharı olarak ifade edilen İlahi Elçiler insanlığı eğitmek üzere çağlar boyunca birbirleri ardına Allah tarafından gönderilegelmiştir; bunlarla kastedilen Allah'ın peygamberleri olan mukaddes Şahsiyetlerdir.[10] İnsanlığın ruhani, zihinsel ve ahlaki kapasiteleri, bu Şahsiyetlerin birbirini izleyen öğretileriyle beslenmiştir. Bahai Dininin temel inançlarından biri de insanlığın birliğidir. Her birey, ırksal, kültürel, sınıfsal veya etnik farklılıklarının ötesinde ve gelenekleri, görüşleri veya mizacı ne olursa olsun harikulade çeşitliliğe sahip tek bir insanlık ailesinin üyesidir. Her eşsiz bireyin, durmadan ilerleyen maddi ve ruhani bir medeniyeti daha ileri taşımada oynayacak bir rolü bulunmaktadır.[16]
Bahailerin inandıkları diğer prensipler arasında kadın-erkek eşitliği, bilim ve dinin uyumu, eğitimin gerekli ve zorunlu olduğu, önyargıların aşılıp gerçeğin serbestçe araştırılması gerektiği, dünya barışının bugünün acil ihtiyacı olduğu ve gerçek yaşamın ruhun yaşamı olduğu yer almaktadır.[17]
Remove ads
Tarihî bilgiler
Özetle
Bakış açısı
Seyyid Ali Muhammed (Bâb) (Arapça: بَاب, "kapı"), kendisinin tüm Müslüman âleminin beklediği kişi olan "Kāim", "Mehdî" olduğunu 23 Mayıs 1844'te Şiraz'da ilan etti. Binlerce kişi Bâb'a inanarak "Bâbî" oldu. Bu gelişmeler ve onun eski dinî yapıya göre çok yenilikçi ve radikal fikirleri ortaya koyması, İran'da işkencelere ve baskılara yol açtı. Bâb, 1850'de Tebriz şehrinde kurşuna dizildi. Birçok Bâbî ise yine İran'da değişik feci işkence yöntemleri ile öldürüldü. Bâb'ın ölümünden sonra Bâbîlere Mirza Hüseyin Ali (Bahaullah) liderlik etti. Bahâullah ve beraberindekiler, İran Kaçar yönetiminin baskısıyla Osmanlı Devleti ile yapılan görüşmeler sonunda Bağdat'a sürgün edildi. Bahâullah, 1863'te burada, Bâb'ın gelişini müjdelediği kişinin kendisi olduğunu ve insanlık tarihinde bütün önceki dinlerin gelmesini vadettiği "Dünya'nın bir vatan gibi olacağı, insanların artık savaş yapmayı öğrenmeyecekleri" Mehdî çağının gelmiş olduğunu ilan ederek Bahâî Dini'nin yeni ilkelerini açıkladı. Öte yandan Bahâullah'a inanmayıp ona karşı da çıkan, Bahâullah'ın üvey kardeşi Mirza Yahya, “Subh-i Ezel” adlı ayrı bir inanca öncülük etmiş ve daha sonrasında Kıbrıs'a sürgün edildikten sonra günümüzde Kıbrıs'ta yaşayan Ezelîlerin de temelini atmıştır. Kardeşi Kıbrıs'ta sürgündeyken Bahâullah da hayatının 40 yılını Osmanlı Devleti'nin topraklarında geçirmiştir. Osmanlı Devleti'nin Bahâullah ve Bahâîlere sürgün dışında bir baskısı olmamış, İran'daki gibi hayatlarına yönelik şiddet görmemişlerdir. 12 Aralık 1863'te vardığı Edirne'de bu tarihten itibaren beş yıla yakın yaşadı.
Bahâî Dünya Merkezi İsrail'in Hayfa şehrindedir. 1868'den itibaren Bahâullah, ailesi ve beraberindeki inananlarının o tarihte Osmanlı toprağı olan Akka Kalesi'ne (bugün İsrail'de Akdeniz kıyısında) sürgün edilmesi ve orada ölümüne kadar yaşamaya devam etmesi sonrasında Akka'nın hemen yanındaki Hayfa şehri, Bahâî Dünya Merkezi'nin yeri oldu. Bahâîlik, Birleşmiş Milletler'de temsil edilmekte ve Dünya'daki gayrisiyasî alanlarda sosyoekonomik projelere katkıda bulunmak için çalışmaktadır.
Samoa devlet başkanı II. Malietoa Tanumafili, Bahai inancını benimseyen ilk devlet başkanıydı.[18]
Remove ads
İnancın Tarihçesi
Özetle
Bakış açısı
Bahai İnancı, kökenini Babîlik dinine ve onun hemen öncesinde ortaya çıkan Şeyhîlik hareketine dayandırır. Bab, 1844 yılında Tanrı'dan yeni bir vahiy getirdiğini ilan eden bir tüccardı. Ancak İran'daki İslam ulemasının büyük kısmı tarafından reddedildi ve 1850 yılında suçlanarak halka açık şekilde idam edildi.[19] Bab, Tanrı'nın yakında yeni bir elçi göndereceğini öğretti; Bahailer bu kişinin Bahaullah olduğuna inanırlar.[20] Her ne kadar Babîlik ve Bahailik ayrı hareketler olsa da, Bab, Bahai teolojisine ve tarihine öylesine derinlemesine bağlıdır ki Bahailer onun doğumunu, vefatını ve Emrini ilan etme günlerini kutsal günler olarak kutlarlar ve onu Bahaullah ve Abdülbaha ile birlikte üç merkezi şahsiyetten biri olarak kabul ederler. Babî hareketinin tarihini anlatan eser olan Nebil Tarihi (The Dawn-Breakers), her Bahai'nin “çok iyi kavraması” ve “defalarca okuması” gereken üç temel kitaptan biri sayılır.[21]
Bahai toplumu, başlangıçta çoğunlukla İran ve Osmanlı İmparatorluğu sınırlarıyla sınırlıydı. Bahaullah'ın 1892 yılındaki vefatına kadar, takipçileri Asya ve Afrika'daki 13 ülkede bulunuyordu.[22] Oğlu Abdülbaha'nın liderliği altında, inanç Avrupa ve Amerika'da da kök saldı ve aynı zamanda günümüzde de yoğun baskıların sürdüğü İran'da daha da güçlendirildi. Abdülbaha'nın 1921 yılındaki vefatı, Bahailerin “kahramanlık çağı” olarak adlandırdığı dönemin sonunu işaret eder.[23]
Bab
22 Mayıs 1844 akşamı, Şirazlı Seyyid Ali Muhammed, ilk inananına ulaştı ve Şii İslam'daki Mehdi konumuna atıfta bulunan “Bab” (الباب – “Kapı”) unvanını aldı.[24] Takipçilerine ise Babîler denildi. Bab'ın öğretileri yayılmaya başladıkça, İslam din adamları bunları küfür olarak değerlendirdi ve Babîler giderek artan baskı ve işkenceye maruz kaldı. Bu çatışmalar, bazı bölgelerde Şah'ın ordusunun kuşatmalarına kadar tırmandı. Bab ise hapsedildi ve nihayetinde 1850 yılında idam edildi.
Bahailer, Bab'ı Bahai İnancı'nın müjdecisi olarak görürler; çünkü onun yazılarında geçen “Allah’ın Zahir Edeceği Kimse” kavramı, büyük dinlerin kutsal yazılarında müjdelenmiş olan mesihî bir figürün gelişine işaret eder ve Bahailere göre bu kişi Bahaullah'tır. Bab'ın mezarını içeren makamı, İsrail'in Hayfa kentindeki Kermil Dağı'nda yer alır ve Bahailer için önemli bir ziyaretgâh konumundadır. Bab'ın naaşı, İran'dan gizlice Mukaddes Topraklar'a taşınmış ve bizzat Bahaullah'ın belirlediği yere inşa edilen makama defnedilmiştir. Bab'ın yazıları, Bahailer tarafından ilhamla yazılmış kutsal metinler olarak kabul edilir; ancak bu yazılar, Bahaullah'ın yasaları ve öğretileri ile güncellenmiş (naskh edilmiş) kabul edilir. Bab'a ait yaklaşık 135 eserden İngilizceye çevrilen başlıca yazılar, 1976 yılında yayımlanan Bab'ın Yazılarından Seçmeler (Selections from the Writings of the Báb) adlı kitapta toplanmıştır.[23]
Bahaullah
Mirza Hüseyin Ali Nuri, Bab'ın erken dönem takipçilerindendi ve daha sonra Bahaullah unvanını aldı. Ağustos 1852'de bazı Babîler, Kaçar Şahı Nasreddin Şah'a suikast girişiminde bulundu ancak bu girişim başarısız oldu. Şah, buna karşılık olarak Tahran'da yaklaşık 50 Babîyi işkenceyle öldürttü. Takip eden aylarda ülke genelinde katliamlar yayıldı; Ekim ayında dönemin gazetelerinde yüzlerce, Aralık sonuna kadar ise on binlerce Babînin öldürüldüğü bildirildi. Bahaullah suikast girişimine karışmamıştı, ancak yine de Tahran'da hapsedildi. Dört ay sonra Rus elçisinin girişimiyle serbest bırakıldı ve ardından sürgüne gönderilen diğer Babîlere katılarak Bağdat'a geçti.[25]
Kısa süre sonra İran'dan sınır dışı edildi ve Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı Bağdat şehrine geçti. Orada liderliğiyle, İran'daki zulüm altındaki Babîlerin yeniden canlanmasını sağladı. Bu gelişmeden rahatsız olan İran yetkilileri onun başka bir yere gönderilmesini talep etti ve bunun üzerine Osmanlı Sultanı tarafından İstanbul'a çağrıldı. 1863 yılında Bağdat'tan ayrılmadan önce, Bahaullah, Tanrı'nın Mazharı olduğunu ilk kez ailesine ve yakın dostlarına açıkladı. Bunu, yıllar önce Tahran'daki bir zindanda kendisine gelen bir ilham sonucu edindiğini söyledi. İran'dan ilk sürgününden itibaren, Bahaullah ile, Babîliğin lideri olarak kendini tanıtan Subh-i Ezel (Subh-i Azal) arasında gerginlikler yaşanmaya başladı; çünkü Subh-i Azal onun Mazharlığını kabul etmemişti. Ancak zamanla Babîlerin neredeyse tamamı Bahaullah'a inandılar ve Bahai olarak anılmaya başlandılar. Az sayıda kişi ise Subh-i Azal'ın yanında kalıp Ezelî olarak tanındı ve Bahailer tarafından inkâr etmişler arasında sayıldılar.[19]
Bahaullah, İstanbul'da dört aydan az bir süre kaldı. Bahaullah'ın tembih edici mektuplarını aldıktan sonra, Osmanlı yetkilileri onun aleyhine döndü ve kendisini Edirne'de (Adrianople) zorunlu ikamete tabi tuttu. Burada dört yıl kaldı. 1868 tarihli bir fermanla, tüm Babîler ya Kıbrıs'a ya da Akka'ya sürgün edildi.
Bahaullah, hayatının geri kalanını Filistin'deki Osmanlı ceza şehri olan Akka'da ya da civarında geçirdi. Başlangıçta son derece sert ve sıkı gözetim altında tutuldu, fakat daha sonra hâlâ mahkûm sayılmakla birlikte Akka yakınlarında bir evde yaşamasına izin verildi. 1892 yılında orada vefat etti. Bahaullah'ın Behçi'deki İstirahatgahı olan makamı, Bahailer için kıble olarak kabul edilir; her gün dua ederken o yöne yönelirler.[23]
Bahaullah, yaşamı boyunca Arapça ve Farsça dillerinde 18.000'i aşkın eser ortaya koydu; bunların yalnızca küçük bir bölümü Türkçeye çevrilmiştir. Edirne döneminde, Tanrı Elçisi olduğunu ilan etmeye başlamış ve bu iddiasını Papa IX. Pius, III. Napolyon ve Kraliçe Victoria gibi dönemin dinî ve siyasi liderlerine yazdığı mektuplarla bildirmiştir.[26]
Abdülbaha
Abbas Efendi, Bahaullah'ın en büyük oğluydu ve kendisi için “Abdülbaha” (“Baha’nın Kulu”) unvanını seçti. Babası, Bahai toplumunun liderliğini Abdülbaha'ya veren bir vasiyetname bırakmıştı. Abdülbaha, babasının uzun süren sürgün ve hapis hayatını paylaşmıştı; bu durum, 1908'deki Jön Türk Devrimi ile kendi özgürlüğüne kavuşmasına kadar devam etti. Serbest bırakılmasının ardından, seyahat eden, konuşmalar yapan, öğretiler sunan ve hem inanan toplumlarla hem de bireylerle yazışmalarını sürdüren bir yaşam sürdü; bu süreçte Bahai İnancı'nın ilkelerini açıkladı. Bahailer, Abdülbaha'yı Bahai öğretilerinin mükemmel bir örneği olarak kabul ederler.[27]
2020 itibarıyla, Abdülbaha'nın sözlerini içeren 38.000'den fazla günümüze ulaşan doküman bulunmaktadır ve bu metinler uzunluk açısından oldukça çeşitlidir.[28] Bu dokümanların sadece küçük bir kısmı Türkçeye çevrilmiştir. En çok bilinenler arasında İlahi Medeniyetin Sırrı, Bazı Sorulara Cevaplar, Auguste-Henri Forel'e yazılan Levih, İlahi Plan Levihleri ve Lahey Barış Konferansına yazılan Levih yer alır. Ayrıca, Batı'ya yaptığı yolculuklar sırasındaki konuşmalardan tutulan notlar da Paris Konuşmaları gibi çeşitli ciltlerde yayımlanmıştır.
Şevki Efendi
Bahaullah'ın Akdes Kitabı ve Abdülbaha'nın Vasiyetnamesi, Bahai idari düzeninin temel kaynak dokümanlarıdır. Bahaullah, seçilmiş bir kurum olan Yüce Adalet Evi'ni tesis etmiş; Abdülbaha ise, atama yoluyla geçen soya dayalı Emrin Veliliği makamını kurmuş ve bu iki kurum arasındaki ilişkiyi netleştirmiştir. Abdülbaha, vasiyetnamesinde en büyük torunu Şevki Efendi'yi, Bahai İnancı'nın ilk Velisi olarak atamıştır. Şevki Efendi, 1957'deki vefatına kadar 36 yıl boyunca dinin başında hizmet etmiştir.[23]
Hayatı boyunca Şevki Efendi, Bahai yazılarını tercüme etmiş, Bahai toplumunun büyümesi için küresel planlar geliştirmiş, Bahai Dünya Merkezi'ni inşa etmiş, dünya genelindeki toplumlar ve bireylerle çok sayıda yazışma yürütmüş ve Bahai inancının idari yapısını oluşturarak toplumu Yüce Adalet Evi'nin seçim sürecine hazırlamıştır.[29]
1937 yılında Şevki Efendi, Kuzey Amerika'daki Bahailer için yedi yıllık bir plan başlatmış; bu planı 1946 yılında bir başka plan takip etmiştir. 1953'te ise ilk uluslararası plan olan On Yıllık Dünya Seferberliği'ni başlatmıştır. Bu plan, Bahai toplumu ve kurumlarının büyümesi, Bahai eserlerinin birçok yeni dile çevrilmesi ve Bahai muhacirlerinin daha önce ulaşılmamış ülkelere gönderilmesi gibi oldukça iddialı hedefler içermekteydi. Şevki Efendi, bu plan sırasında gönderdiği mektuplarda, On Yıllık Seferberliğin ardından, Yüce Adalet Evi'nin yönlendirmesiyle başka planların geleceğini duyurdu. 1963 yılında, bu planın tamamlanmasıyla birlikte Yüce Adalet Evi ilk kez seçildi.[27]
Şevki Efendi, kısa süren bir hastalık sonucunda, 4 Kasım 1957'de Londra'da beklenmedik bir şekilde vefat etti. Koşullar, bir halefin atanmasına imkân vermedi.[30] Londra, Barnet'teki New Southgate Mezarlığı'na defnedilmiştir.
Yüce Adalet Evi
1963 yılından bu yana, Yüce Adalet Evi, Bahai İnancı'nın seçilmiş baş kurumu olarak hizmet vermektedir. Bu kurumun genel işlevleri, Bahaullah'ın yazılarında tanımlanmış, Abdülbaha ve Şevki Efendi'nin yazılarında ise açıklığa kavuşturulmuştur. Görevleri arasında tebliğ ve eğitim, Bahai yasalarının uygulanması, toplumsal meselelerin ele alınması ve zayıf ve yoksullara destek sağlanması yer alır.[31]
1964'te başlayan Dokuz Yıllık Plan ile birlikte Yüce Adalet Evi, Bahai toplumunun çalışmalarını çok yıllı uluslararası planlar dizisi aracılığıyla yönlendirmeye başlamıştır. Bu önderlik, sadece büyümeyi sürdürmekle kalmamış, aynı zamanda yeni inananları güçlendirme(yani onların Bahai öğretilerine dair bilgisini artırma) hedefini de benimsemiştir. Bu çerçevede, 1970'lerde Kolombiya'daki Bahailer tarafından Ruhi Enstitüsü kurulmuştur. Bu enstitü, bir hafta sonundan dokuz güne kadar sürebilen kısa kurslarla Bahai inançlarını öğretmeyi amaçlamıştır. Enstitüye bağlı olarak kurulan Ruhi Vakfı, yeni Bahaileri sistematik biçimde “güçlendirmeyi” amaçlamış ve 1992 yılında tescillenmiştir. 1990'ların sonlarından itibaren, Ruhi Enstitüsü kursları, dünya çapında Bahai İnancı'nın öğretilmesinde başlıca yöntem hâline gelmiştir. 2013 itibarıyla, dünyada 300'ün üzerinde Bahai eğitim enstitüsü bulunmakta ve 100.000'den fazla kişi bu kurslara katılmaktadır. Ruhi Enstitüsü kursları, başta çocuklar ve yeni gençler için ruhani eğitim sınıflarını kendi kendilerine düzenlemelerini sağlamak üzere toplumları eğitmektedir. Yüce Adalet Evi, günümüz Bahai toplumu için ayrıca toplumsal hareket ve geniş toplumdaki yaygın diskurlara katılım gibi diğer hareket çizgilerine de teşvik etmiştir.[32]
Her yıl, 21 Nisan'da, Yüce Adalet Evi, dünya çapındaki Bahai toplumuna hitaben bir Rızvan mesajı gönderir. Bu mesaj, güncel gelişmeleri aktarmakta ve gelecek yıla dair yönlendirmeler sunmaktadır.[33]
Yerel, bölgesel ve millî düzeyde, Bahailer dokuz kişilik Ruhani Mahfillere üye seçerler; bu kurumlar dinin işlerini yönetir. Ayrıca yerelden uluslararası düzeye kadar farklı seviyelerde atanmış bireyler de bulunur. Bunlar, öğretilerin yaygınlaşması ve toplumun korunması işlevini yerine getirirler; fakat Bahai İnancı'nda ruhban sınıfı olmadığından, bu görevliler din adamı olarak işlev görmezler. Yüce Adalet Evi, Bahai İnancı'nın en yüksek idari kurumudur ve bu kurumdaki 9 üye, beş yılda bir tüm Millî Ruhani Mahfil üyeleri tarafından seçilir. 21 yaşından büyük her erkek Bahai, Yüce Adalet Evi'ne seçilebilir; diğer tüm görevlere ise hem kadın hem erkek Bahailer seçilebilir.[23]
Remove ads
İnanç
Özetle
Bakış açısı
Bahaullah'ın öğretileri, Bahai inançlarının temelini oluşturur. Bu öğretilerin merkezinde üç ana ilke yer alır: Tanrı'nın birliği, dinlerin birliği ve insanlığın birliği. Bahailer, Tanrı'nın dönemsel olarak ilahi elçiler aracılığıyla iradesini açıkladığına inanırlar.[34] Bu elçilerin amacı, insanlığın karakterini dönüştürmek ve karşılık veren bireylerde ahlaki ve ruhani nitelikleri geliştirmektir. Bu nedenle din, düzenli, birleşik ve çağdan çağa tedricen ilerleyici bir süreç olarak görülür.[35]
Allah
Bahai yazılarında, evrendeki tüm varlıkların yaratıcısı olan, tek, kişisel, ulaşılamaz, her şeyi bilen, her yerde hazır ve kendi kendine var olan, ölümsüz ve her şeye kadir bir Tanrı tasviri yer alır.[36] Tanrı'nın ve evrenin varlığı, başlangıcı ve sonu olmayan, ezeli ve ebedi bir gerçeklik olarak görülür.[37] Tanrı doğrudan erişilemez olsa da, yaratılışın farkında olduğu, bir irade ve amaç taşıdığı ve bu iradenin, Tanrı'nın Mahzarları olarak adlandırılan ilahi elçiler aracılığıyla ifade edildiği kabul edilir. Bahai İnancı'ndaki Tanrı anlayışı, bütün varoluşun kaynağı olan ve insani erdemler aracılığıyla tanınabilen, bilinemez bir gerçeklik kavramına dayanır. Bir başka açıdan bakıldığında, Bahai öğretileri panenteist bir yön de taşır; yani Tanrı'nın işaretleri her şeyde görülebilir, ancak Tanrı'nın gerçekliği fiziksel dünyanın çok ötesindedir ve yücedir.[38]
Bahai öğretilerine göre Tanrı, insanın tam olarak anlayamayacağı kadar büyüktür ve bu nedenle insanlar kendi başlarına Tanrı'nın eksiksiz ve doğru bir tasvirini oluşturamazlar. Bu yüzden insan, Tanrı'yı ancak Mazharlarını tanıyarak ve onların aracılığıyla vahiylerini anlayarak kavrayabilir. Bahai İnancı'nda Tanrı genellikle çeşitli unvanlar ve sıfatlarla anılır (örneğin, Güçlüler Güçlüsü, Herkesi Seven gibi) ve tektanrıcılık (monoteizm) güçlü bir şekilde vurgulanır. Bahai öğretilerinde; bu sıfatların Tanrı'ya doğrudan uygulanmadığı, daha ziyade ilahi özelliklerin insanî kavrayışla ifade edilmesini sağladığı ve insanların kendi ruhani gelişim yollarında bu sıfatlar üzerinde odaklanarak kendi potansiyellerini geliştirmelerine yardımcı olduğu belirtilir. Bahai öğretilerine göre insanın amacı, dua, tefekkür ve başkalarına hizmet etmek gibi yöntemlerle Tanrı'yı tanımayı ve sevmeyi öğrenmektir.[39]
Din
Bahai İnancı'ndaki tedricen ilerleyici vahiy anlayışı, dünyanın tanınmış büyük dinlerinin geçerliliğini kabul etmelerine yol açar; bu dinlerin kurucuları ve merkezi şahsiyetleri, Tanrı'nın Mazharları olarak görülür. Dinsel tarih, her bir Mazharın daha geniş ve daha ileri bir vahiy getirdiği bir devirler dizisi olarak yorumlanır. Bu vahiyler, birer kutsal metin olarak aktarılır ve zaman içinde daha az ya da çok güvenilir biçimlerde ulaşsa da, öz itibarıyla hakikat taşır; ifade edildiği zaman ve mekân için uygundur. Belirli toplumsal-dini kurallar (örneğin, namazda kıble veya diyet kısıtlamaları), bir sonraki Mazhar tarafından kaldırılabilir ve zamanın ihtiyaçlarına uygun yeni bir kural getirilebilir. Buna karşılık, komşuluk, yardımlaşma gibi genel ilkeler evrenseldir ve tüm dinlerde ortak kabul edilir. Bahai inancına göre bu tedricen ilerleyici vahiy süreci sona ermeyecektir; ancak bu süreç döngüseldir. Bahailer, Bahaullah'ın zuhuru üzerinden 1000 yıl geçmeden yeni bir Tanrı Mazharı beklemezler.[40]
Bahailer, kendi inançlarını başka bir dinin mezhebi değil, kendi kutsal yazıları ve yasalarıyla bağımsız bir inanç olarak görür. Günümüzde çoğu din araştırmacısı da Bahai İnancı'nı bağımsız bir din olarak kabul eder; Şii İslam ile olan tarihsel bağı, Hristiyanlığın Yahudilik bağlamında doğmasıyla benzer şekilde değerlendirilir. Bahailer, inançlarını bağımsız ve küresel bir dünya dini olarak tanımlar; onu diğer inançlardan ayıran ise görece gençliği ve çağdaş bağlamıdır.[41]
İnsan Varlığı
Bahai yazılarına göre insan, ona Tanrı'nın makamını tanıma ve yaratıcısıyla olan bağını kavrama yeteneği kazandıran bilinçli bir ruha sahiptir. Her insanın, Tanrı'yı O'nun Mazharları aracılığıyla tanıma ve onların öğretilerine uygun yaşama sorumluluğu vardır. Bahai yazıları, Tanrı'yı tanıma ve O'na itaat, insanlığa hizmet, düzenli dua ve ruhu geliştiren uygulamalar yoluyla, insan ruhunun Tanrı'ya daha da yakınlaştığını, bunun da Bahai inancında ruhun ideal amacı olduğunu belirtir. Bahai inancına göre insan öldüğünde, ruh bedenden kalıcı olarak ayrılır ve öteki dünyada yaşamına devam eder. Burada bu ruh, fiziksel dünyadaki eylemlerine göre değerlendirilir. Cennet ve Cehennem, ölümden sonra ulaşılan fiziksel ödül ya da ceza yerleri değil, bu dünyada ve öteki dünyada Tanrı'ya yakınlık veya uzaklık hâllerini tanımlayan ruhani durumlardır.[32]
Bahai yazıları, insanların temel eşitliğini ve ön yargının ortadan kaldırılmasını özellikle vurgular. İnsanlık özünde bir olarak görülür; bu birlik içinde ırk ve kültür çeşitliliği, takdir ve kabul edilmesi gereken bir zenginlik olarak değerlendirilir. Irkçılık, milliyetçilik, kast sistemi, sosyal sınıf farklılıkları ve cinsiyet temelli hiyerarşiler, insanlığın birliğine engel olan yapay ayrımlar olarak kabul edilir. Bahai öğretileri, insanlığın birleşmesi konusunun, günümüzün dini ve siyasi koşullarında en önemli mesele olduğunu belirtir.[37]
Toplumsal Prensipler
Abdülbaha, 1911–1912 yıllarında Avrupa ve Amerika'ya yaptığı ilk seyahatlerinde, Bahai İnancı'nın temel prensiplerini halka açık konuşmalarla açıklamıştır. Bu konuşmalarda kadın ve erkeğin eşitliği, ırkların birliği, dünya barışının gerekliliği gibi konular ele alınmış; bunlar, 20. yüzyılın başlarında ilerici fikirler olarak görülmekteydi. Bahai öğretilerine dair yayımlanmış özetlerde, bu prensipleri içeren listeler yer alır; bu listelerin ifadeleri ve kapsamı değişiklik gösterebilir.[42]
İnsanlığın birliği kavramı, Bahailerce kadim bir hakikat olarak görülür ve birçok toplumsal prensipin çıkış noktasıdır. Örneğin, ırkların eşitliği ve aşırı zenginlik ve yoksulluğun ortadan kaldırılması, bu birliğin mantıksal sonuçlarıdır. Bu kavramdan doğan bir başka sonuç ise birleşik bir dünya federasyonu ihtiyacıdır. Bu yönde pratik adımlar arasında evrensel bir dilin, standart bir ekonomi ve ölçü sisteminin, zorunlu eğitimin ve uluslararası uyuşmazlıkları çözmek için bir mahkemenin kurulması gibi öneriler bulunmaktadır. Bu bakış açısına göre, milliyetçilik terk edilmeli ve onun yerine bütün insanlığa bağlılık prensibi benimsenmelidir. Dünya barışına yönelik olarak, Bahaullah, kapsayıcı bir kolektif güvenlik düzeni öngörmüştür.[43]
Diğer Bahai toplumsal prensipleri, ruhani birliği merkez olarak kabul eder. Din, çağdan çağa tedricen ilerleyici olarak görülür; ancak daha yeni bir vahyi tanıyabilmek için, geleneksel kalıplar terk edilmeli ve kişi bağımsız inceleme yapmalıdır. Bahailere, dini, birlik kaynağı olarak görmeleri, dinsel önyargıyı ise yıkıcı bulmaları öğretilir. Aynı zamanda, bilim ile gerçek dinin uyum içinde olduğu öğretilir. Bahaullah ve Abdülbaha, savaşsız bir birleşik dünya çağrısı yaparken, aynı zamanda uzun vadede kalıcı barışın (En Büyük Barış) sağlanabilmesi için, insanlığın ruhani erdem ve ahlaki değerlerle donatılmış evrensel bir inanç etrafında birleşmesi gerektiğini öngörmüşlerdir.[44]
Şevki Efendi, 1921–1957 yılları arasında dinin başındayken, Bahaullah'ın öğretilerine ait ayırt edici prensipleri şu şekilde özetlemiştir; bu prensiplerin, Akdes Kitabı'nda yer alan yasalar ve hükümlerle birlikte, Bahai İnancı'nın temelini oluşturduğunu belirtmiştir:[45]
Bağnazlık ve geleneklerinden arınmış ve bağımsız bir şekilde hakikatin araştırılması; Emrin ana prensibi ve temel doktrini olarak tüm insan ırkının bir olduğu; bütün dinlerin esasta birliği; din, ırk, sınıf ve millet taasusubunun kınanması;din ile bilim arasında uyum ve ahenk bulunması; insan ırkı kuşunun yükselmesini sağlayan iki kanat olan erkek ve kadının eşitliği; zorunlu eğitimin getirilmesi; bir milletlerarası yardımcı dilin kabulü; aşırı zenginlik ve yoksulluğun kaldırılması; milletler arasındaki anlaşmazlıklarda hakemlik yapacak bir dünya mahkemesinin kurulması; hizmet ruhu ile yapılan çalışmanın ibadet derecesine yükseltilmesi; insan toplumunun hakim prensibi olarak adaletin ve bütün milletleri ve kavimleri koruyacak bir siper olarak dinin yüceltilmesi; insanlığın en büyük hedefi olarak devamlı ve evrensel barışın korunması.[46][47]
Şevki Efendi'ye göre bunlar, Bahaullah'ın ilan ettiği temel unsurlar olarak öne çıkar.
Ahit ve Misak
Bahailer, birliği çok yüksek bir değer olarak görür ve Bahaullah, toplumun bütünlüğünü korumak ve anlaşmazlıkları çözmek için açık kurallar koymuştur. Bu çerçevede, hiçbir birey, ilhamla gelen ya da yetkili sayılacak kişisel yorumlar ortaya koyamaz ve her bir inanan, Bahai yazılarında belirlenmiş olan yetki çizgisine bağlı kalmayı kabul eder.[19] Bu uygulama, Bahai toplumunun birlik içinde kalmasını ve ciddi bir bölünmeye uğramadan ilerlemesini sağlamıştır. Bahailer arasındaki herhangi bir anlaşmazlığı çözme konusunda son yetki, Yüce Adalet Evi'ne aittir. Şimdiye dek ortaya çıkan birkaç ayrılık girişimi, ya tamamen yok olmuş ya da toplamda birkaç yüz kişiyi geçmeyen çok küçük gruplar hâlinde kalmıştır.[48] Bu tür ayrılık hareketlerinin takipçileri, Ahdi bozanlar olarak kabul edilir ve toplum onlardan uzak durur.[49]
Kutsal Yazılar
Bahai İnancı'nın kabul edilen temel yazıları, Bab, Bahaullah, Abdülbaha, Şevki Efendi ve Yüce Adalet Evi'nin yazıları ile, Abdülbaha'nın doğrulanmış konuşmalarından oluşur. Bab ve Bahaullah'ın yazıları, ilahi vahiy olarak kabul edilir; Abdülbaha'nın yazıları ve konuşmaları ile Şevki Efendi'nin yazıları, yetkili yorum olarak değerlendirilir; Yüce Adalet Evi'nin yazıları ise yetkili yasama ve açıklama niteliğindedir. Bu metinlerin tamamının belli ölçüde ilahi rehberlik içerdiği kabul edilir.[50]
Bahaullah'ın en önemli yazıları arasında yer alan eserlerden biri, bireyler ve toplum için birçok yasa ve uygulamayı belirleyen Akdes Kitabı'dır (Kitáb-ı Akdes – En Kutsal Kitap). Bir diğer önemli eser, Bahai inanç sisteminin temeli hâline gelen İkan Kitabı'dır. Ayrıca İlahi Sırların Cevherleri, inancın öğretisel temellerine dair daha derin açıklamalar içerir. Her ne kadar Bahai öğretileri toplumsal ve etik meselelere büyük önem verse de, bazı temel metinler mistik nitelik taşır. Bunlara örnek olarak Yedi Vadi ve Dört Vadi gösterilebilir. Yedi Vadi, Sufizm'e mensup bir takipçiye, Fars Müslüman şair Feridüddin Attar tarzında yazılmış olup, ruhun Tanrı'ya doğru yolculuğundaki aşamaları açıklar. Bu eser, 1906 yılında İngilizceye çevrilerek Batı'da erişilebilen en erken Bahaullah yazılarından biri olmuştur. Aynı dönemde yazılmış olan bir diğer önemli eser, Saklı Sözler'dir. Bu kitapta Bahaullah, çeşitli ruhani hakikatlerin özünü alarak, toplam 153 kısa bölüm hâlinde özlü biçimde ifade ettiğini beyan etmiştir.[51]
Demografi
2020 itibarıyla, dünyada yaklaşık 8 milyon Bahai bulunmaktadır. 2013 yılında iki demografi uzmanı, “Bahai İnancı, son 100 yıl içinde Birleşmiş Milletler’in tüm bölgelerinde, genel nüfustan daha hızlı büyüyen tek din olmuştur; bu nedenle 1910 ile 2010 arasında, Bahailik neredeyse her Birleşmiş Milletler bölgesinde nüfustan en az iki kat daha hızlı büyüyerek, en hızlı büyüyen din olmuştur,” şeklinde yazmışlardır.[52]
Dünya çapındaki Bahai nüfusunun en büyük oranları, Sahra Altı Afrika'da (%29,9) ve Güney Asya'da (%26,8) bulunur; ardından Güneydoğu Asya (%12,7) ve Latin Amerika (%12,2) gelir. Daha küçük oranlar ise Kuzey Amerika (%7,6), Orta Doğu/Kuzey Afrika (%6,2), Avrupa (%2,0), Avustralya ve çevresi (%1,6) ve Kuzeydoğu Asya'da (%0,9) görülür.[53] 2015 yılında, Bahai İnancı, İran, Panama, Belize, Bolivya, Zambiya ve Papua Yeni Gine'de ikinci en büyük din, Çad[54] ve Kenya'da[55] ise üçüncü en büyük din konumundaydı.
19. yüzyıldaki başlangıcından 1950'lere kadar, Bahailerin büyük çoğunluğu İran'da bulunuyordu; İran dışındaki inananlar ise ağırlıklı olarak Hindistan ve Batı ülkelerinde idi. 1950 yılında yaklaşık 200.000 Bahai varken, din 1980'lerin sonuna gelindiğinde 4 milyonu aşan bir sayıya ulaştı ve küresel düzeyde geniş bir yaygınlığa sahip oldu. 2008 itibarıyla İran'daki Bahai sayısı yaklaşık 110.000 olarak tahmin edilmiştir.[56] 20. yüzyılın sonlarındaki büyümenin çoğu, planlı bireysel göçlerle Kuzey Amerika'dan yayılmıştır. Ancak bu büyüme, İran ya da Kuzey Amerika merkezli kültürel bir yayılma olarak görülmemelidir; sosyolog David B. Barrett, 2001'de Bahai İnancı'nı “Irk ya da milliyet temelli olmayan bir dünya dini” olarak tanımlamıştır.[57]
Yine de bu büyüme her yerde eşit olmamıştır. 1920'lerin sonundan 1980'lerin sonuna kadar, Bahai İnancı Sovyetler Birliği liderliğindeki Doğu Bloku'nda yasaklanmış ve takipçileri baskıya uğramıştır. 1970'lerden 1990'lara kadar, Sahra Altı Afrika'nın bazı ülkelerinde de benzer baskılar yaşanmıştır. En yoğun baskı ise, İran ve çevresindeki Şii çoğunluklu ülkelerde gerçekleşmiştir; bazı akademisyenler, insan hakları örgütleri ve bağımsız gözlemciler bunu soykırım girişimi olarak tanımlamaktadır. Buna karşılık, bazı dönem ve yerlerde din büyük bir büyüme dalgası yaşamıştır. Bahailik, bazı ülkelerde yasaklanmadan önce Sahra Altı Afrika'da “büyük ölçüde artış göstermiştir.” 1989 yılında Yüce Adalet Evi, önceki on yıllarda Bahai İnancı'nın dikkat çekici şekilde büyüdüğü ülkeleri şöyle sıralamıştır: Bolivya, Bangladeş, Haiti, Hindistan, Liberya, Peru, Filipinler ve Tayvan. 1991–92 yıllarında Bahai kaynakları “5 milyondan fazla” Bahai olduğunu bildirmiştir. Ancak yaklaşık 2001'den itibaren, Yüce Adalet Evi, toplum istatistiklerini sadece beyan edilen üye veya Mahalli Mahfil sayısına değil, aktiflik düzeyine göre değerlendirmeye öncelik vermeye başlamıştır.[58]
Bahailer, hiçbir ülkede nüfusun çoğunluğunu oluşturmadıkları, hatta çoğu zaman sadece nüfusun çok küçük bir yüzdesi oldukları için, eksik raporlama sorunları yaşanmaktadır. Ayrıca, Bahailerin yoğunlaştığı yerlerde bu toplumlar genellikle zaten kendi içinde baskı gören azınlık gruplarına ait olabilmektedir.[59]
Samoa kralı Malietoa Tanumafili II, 1968 yılında Bahai olmuş ve 2007'deki vefatına kadar bu inancı sürdürerek, görev başında olan ilk Bahai devlet başkanı olmuştur. Bahailer ayrıca Romanya Kraliçesi Marie’yi, Bahaullah’ın öğretilerini kabul eden ve destekleyen ilk kraliyet mensubu olarak kabul ederler.[60]
Remove ads
Öğretileri
Bahâîlikteki bazı öğretiler:[61][62][63]
- Allah birdir.
- Tüm ilahi dinlerin temeli birdir.
- İnsanlık âlemi birdir.
- Din, bilim ve akıl ile uyum içinde olmalıdır.
- Irksal, dinsel, etnik taassuplar terk edilmelidir.
- Kadın ve erkek eşittir.
- Genel barış için çalışılmalıdır.
- Eğitim zorunludur ve evrensel eğitim hedeflenmelidir.
- Serbest düşünce ile gerçek araştırılmalıdır.
- Aşırı zenginlik ve yoksulluk kaldırılmalıdır.
- Partizanlıktan kaçınarak devlete sadık ve itaatkâr olunmalıdır.
Remove ads
Kutsal yazılar ve ibadetler
Özetle
Bakış açısı

Kutsal kitaplar
Temel yasaları ve dinin şer'î hükümlerini içeren kutsal kitap olan Kitab-ı Akdes (En Kutsal Kitap, Akdes Kitabı), Kitab-ı İkan (İkan Kitabı: Tevrat, İncil ve Kur'an'daki bazı ayetlerin açıklamasını ve bazı ilahiyat konularını içeren bir kitap. İkan, Arapçada kesin bilgi demektir [ikan, yakin, yakinen v.s.]), Bahaullah'ın Levihleri, Saklı Sözler (Kelimât-ı Meknûne), Yedi Vadi ve Dört Vadi, Kurdun Oğlu Risalesi, Ordular Rabbinin Çağrısı, İlahi Sırların Cevherleri gibi kitaplardır. Bahâîler, tüm dinlerin kutsal kitaplarının (Tevrat, Zebur, İncil, Kur'an) tek bir sistemin parçaları ve insanlığın ortak dinsel mirası olduğuna, kutsallıklarını yitirmediğine inanırlar.
İbadet

Bahâîlikte dua, namaz ve oruç gibi yasalar vardır. Namaz, bireysel yapılan bir tapınmadır ve toplu namaz yoktur. 2-21 Mart tarihleri arasında Kutsal Sayı 19'dan oluşan bir Bahâî ayı süresince oruç tutulur. Dua, namaz, oruç bireyin kendi sorumluğundadır; temel amacı yaşamı konusunda onu meditasyona yöneltmek, karakterini düzeltmesinde yol göstermektir.
Remove ads
Bahâî takvimi
Dünya'nın Güneş etrafındaki bir tam dönüşünün bir yıl kabul edildiği Bahâîlikte takvim, her biri 19 gün olan 19 aya bölünmüştür. Artık kalan dört gün ise Gregoryen Takvimi'ne göre şubata denk gelen ay olan "mülk ayı" 'na ilave edilmiştir.[64][65][66]
Bahâî takviminde ilk ay Baha Ayı olup yılbaşı kabul edilen 21 Mart Nevruz Bayramı olarak kutlanır. Takvimin son ayı olan Âlâ ayında ise 19 gün boyunca oruç tutulur ve Güneş'in Koç Burcu'na girmesiyle oruç terk edilerek Nevruz Bayramı kutlanır.[67]
Remove ads
Bahâî dîninde Dünya barışı, Dünya görüşleri
Özetle
Bakış açısı
Bahâîliğe göre Dünya barışı sadece mümkün olmakla kalmayıp aynı zamanda kaçınılmazdır. Barışa, insanların eski davranış kalıplarına inatla sarılmasının sebep olacağı akla hayale sığmaz dehşetteki olaylardan sonra mı ulaşılacak, yoksa şimdi müşaverelerle belirecek iradenin tasarrufu ile mi kucak açılacak; bu, tüm Dünya sakinlerinin önündeki bir seçimdir.
Dünya'nın tek bir ülke olması, insanlığın vatanı olarak yeniden örgütlenmesi ve yönetimi için ilk temel şart, insanlığın birliğini kabul etmektir. Dünya barışını kurma çabalarının başarısı için bu ruhanî prensibin evrensel ölçüde kabulü gereklidir. Bunun için evrensel olarak beyan edilmeli, okullarda öğretilmeli ve sosyal yapıda içerdiği organik değişikliğe hazırlık olarak her millete devamlı olarak ifade edilmelidir.
En zararlı ve inatçı kötülüklerden biri olan ırkçılık, barışın en büyük engellerinden biridir. Irkçılık uygulaması, bahanesi ne olursa olsun insanlık onurunun en çirkin bir şekilde ihlâlini teşkil eder.
Zengin ve yoksul arasında ölçüsüz farklılık, şiddetli bir ıstırap kaynağı olarak Dünya'yı hemen hemen savaşın eşiğine getiren bir istikrarsızlık hâlinde tutmaktadır.
Makul ve meşru bir vatanseverlik dışında dizginlenmemiş bir milliyetçiliğin yerini daha geniş temelli bir bağlılığın, tüm insanlık sevgisinin alması gerekir. Bahaullah şöyle demektedir: Dünya tek bir ülke ve insanlar onun vatandaşlarıdır. Dünya vatandaşlığı kavramı, bilimin ilerlemesi sebebiyle Dünya'nın tek bir mahalleymiş gibi daralmasının ve milletlerin tartışmasız şekilde birbirine bağımlı olmasının doğrudan bir sonucudur. Dünya milletlerinin hepsini sevmek, insanın kendi memleketini sevmesini dışlamaz.
Dinsel çatışmalar, tarih boyunca sayısız savaşlara ve çarpışmalara neden olmuş, ilerlemeye büyük bir engel teşkil etmiş, her dinden veya dinsiz insanlar için gitgide menfur hâle gelmiştir. Bütün dinlerin mensupları, bu çatışmanın ortaya çıkardığı temel sorunlara bakmaya ve açık seçik cevaplar aramaya razı olmalıdırlar.
Kadınların özgürlüğü, iki cins arasında tam eşitliğin sağlanması, barışın sağlanmasından daha az kabul edilmekle beraber en önemli ön şartlarından biridir. Ancak kadınlar, insan girişiminin her alanında tam ortaklığa kabul edilirse uluslararası barışın boy vereceği ahlâkî ve psikolojik ortam oluşabilir.
Tüm din ve ırklar birdir: “Hiç şüphesiz hangi milletten, hangi ırk veya dinden olursa olsun, tüm insanlık ilhamını bir İlahî Kaynak'tan almaktadır ve tek Tanrı'nın kuludur.”
Remove ads
Diğer dinlere göre Bahâîlik
Özetle
Bakış açısı
Birçok kaynağa göre Bahâî dini, yeni dinî akımlar arasında sayılmaktadır. Bazı görüşlere göre 19. yüzyılda doğmuş, başlıca büyük dinler ve diğer inançları sentezlemeye çalışan hümanist ve barışçıl bir dinsel harekettir; bazılarına göre bir din sayılmamaktadır. Bahâîliği bir din olarak kabul edenler arasında tarihsel kökeni nedeniyle onu İbrahimî dinler arasında sayanlar da vardır.
Başta İslâm, Hristiyanlık ve Musevîlik, inananlarının Bahâîlik ile çatıştığı ve karşı olarak öne sürdüğü noktaların başında "son din, son peygamber inanışı" sayılabilir; çünkü bu üç dinin mensuplarında da doğru yolda olma ve bir daha başka peygamber gelmeyeceği inancı görülebilir. Örneğin Müslümanlıktaki son din kavramı gibi Hristiyanlıkta Yeni Ahit'te geçen "Alfa benim, Omega da benim" (yani ilk de, son da benim) sözlerinden kaynaklanan sonluk inanışı, Musevîlikte de temelini kutsal kitap Tanah'tan alan, Tanrı'nın seçilmiş tek dini olma inancı vardır. Bahâîliğe göre ise bu ifadelerin kastettiği şey, bu dinlerin peygamberlerinin aslında aynı dini ve aynı öğretileri diriltmekte olduğu; dolayısıyla dinlerin bu noktada birbiriyle çelişik olmadığıdır.
Bahâîlik, Dünya'nın birçok ülkesinde resmî din olarak tanınmakla birlikte bazı yerlerde bu söz konusu değildir. Özellikle doğduğu ülke olan İran'da başlangıcından itibaren meydana gelen baskılar ve ölümler sonrasında Dünya'nın birçok kıtasına Bahâîlerin göçü yaşandı. Doğuşundan itibaren geçen 150 yıllık sürede bu göçler, yüz binlerle sayılabilecek kadardır. İran'daki Bahâîler, hâlen kamu hizmeti ve üniversite öğrenimi haklarından yoksun durumdadırlar.[68][69][70]
Remove ads
Bahâî mabetleri
Özetle
Bakış açısı

Bahâî mabetleri (Arapçada "Maşriku'l Ezkâr" olarak bilinir), her dinden kimsenin sessiz olmak koşuluyla bildikleri şekilde ibadet edebilecekleri mekânlardır. Şimdiye dek her kıtada bir tane olacak şekilde yedi tapınak inşa edilmiştir. Bu tapınakların ortak özelliği, bir kubbelerinin ve dokuz girişlerinin olmasıdır. Bu dokuz giriş Dünya'da dokuz dinin varolduğuna ilişkin Bahâî inancını yansıtır.
İlki Aşkabat'ta 1908'de hastane, okul, hotel gibi başka birçok birimi içeren bir kompleks olarak inşa edilmişti. 1938'e kadar hizmet veren bu tapınak, Sovyet rejimi tarafından ibadete kapatıldı; 1962'de bir depremle yıkıldı.
1953 yılında ABD'nin İllinois eyaletinde Chicago'nun kuzeyinde bir Bahâî mabedi tamamlandı (Bakınız: resim).
Daha sonra inşa edilen mabetler sırasıyla şu ülkelerdedir: Uganda(Kampala), Avustralya (Sidney yakınında), Almanya (Frankfurt'un dışında), Panama (Panama City yakınında), Batı Samoa (Apia), Hindistan (Yeni Delhi), Şili (Santiago).
Hindistan, Yeni Delhi'deki Bahâî mabedi 1986'da tamamlandı ve pek çok mimarî ödül aldı. Şili, Santiago'daki Bahâî mabedi ise Ekim 2016'da tamamlandı[71] ve 19 Ekim 2016'da kapılarını açtı.[72]


Remove ads
Bahâîlikte kadın
Özetle
Bakış açısı
Bahâîler, kadını toplum hayatının tüm aşamalarında yer alması için teşvik eder. Ancak bu teşvik, Umumî Adalet Evi Kanunları mucibince erkekler tarafından sınırlandırılır.[73] Kadınlar, Mahallî ve Millî Adalet Evi'ne üyelik hakkına tam olarak sahiptirler. Mahallî ve Merkezî Ruhânî Mahfillerin her ikisine de üye olabilmeleri idarî işlerde tam bir hakka sahip olmaları anlamı gelir. Bahâîler, Abdülbahâ'nın bu görüşünü kabul ederler. Bu görüşün arkasında ilahî bir yol göstericilik olduğunu ve bir hikmet bulunduğunu ifade ederler. Kadınların Yüce Adalet Evi üyeliğinden muaf tutulmaları, kadın ile erkeğin işlevlerinde eşitlik olmaması gerçeği, taraftarlardan herhangi birisinin diğerinden yaratılışça daha üstün veya daha aşağı olduğu veya haklara sahip olmadıkları anlamına gelmemektedir.[74] Bahâî dininde kadın, yeryüzünde erkekle eşit haklara sahip, dinde ve toplumda önemli yeri olan bir varlıktır. Kadın erkek herkesin ödevi, emri tebliğ etmek ve öğretmektir. Kadının kendisi için mümkün olan en yüce mertebeden men edildiği sürece erkeğin de mukadder mertebesine yükselebilmesi mümkün görülmez. Bahâî dininde beşerî faziletlerin kadın ve erkeğe eşit derecede ait olması sebebiyle Tanrı huzurundaki saygınlık cinsiyete değil, yüreğin temiz ve aydın olmasına bağlıdır.[75]
Bahâîler, kadının ilerleme ve becerilerindeki eksikliğini onun fırsat ve eğitimindeki eşitlik ihtiyacına bağlı olduğunu belirtirken bu eşitlik ona verilmiş olsaydı kadının da kabiliyet ve kapasitede erkeğin muadili olacağını savunmuşlardır. Yine Bahâîler, insanların mutluluğunun ve esenliğinin kadın ve erkeğin eşit derecede gelişmesine bağlı olarak gerçekleşeceğini, zîrâ onların her ikisinin de birbirlerinin yardımcısı ve tamamlayıcısı olduğunu savunurlar.[76] Bahâullah, tüm hanımların eğitilmesini emrederek kadın-erkek herkesin eşit haklara sahip olduğunu ve her iki cinsiyetin eğitimlerinde farklılık olmaması gerektiğini bildirmiştir. Tanrı katında cinsiyetin bir özelliği yoktur. Düşüncesi temiz, eğitimi üstün, ilmî başarıları büyük, hayırseverliği fazla olanlar ister kadın, ister erkek olsun, ister siyah, ister beyaz olsun, tüm meziyetleriyle mümtaz olurlar ve bundan başka bir fark da yoktur.[77] Kadınla erkeğin eşitliği Bahâî öğretileri tarafından garanti edilse de toplumsal rollerinin kadına yüklediği bazı kaçınılmaz sorumlulukları vardır. İstedikleri mesleği seçme hakkına sahip olsalar da kendi doğurdukları çocukların ilk öğretmeni olmak durumundadırlar.[78]
Bahâîler, kadınların iştirak etmesinin uygun olmadığı bazı meselelerin varolduğunu söylerler. Örneğin bir düşman hücumu karşısında toplumun hararetli bir savunma içinde bulunduğu zamanlarda hanımlar, askerî hizmetlerden muaf tutulmuşlardır.[79]
Ayrıca bakınız
Notlar
Bibliyografya
Dış bağlantılar
Wikiwand - on
Seamless Wikipedia browsing. On steroids.
Remove ads